Cihat Duman ve Memed Erdener

Birbirimizi Hak Edecek Kadar Kötüyüz – 2019

Aşağıdaki yazı, şair Cihat Duman ve sanatçı Memed Erdener tarafından yazılmıştır. Bu kısa yazı, Cihat ve Memed'in Studio-X Istanbul'da 2019 bahar döneminde açtıkları, “Birbirimizi Hak Edecek Kadar Kötüyüz” başlıklı serginin suç kavramı üzerinden bir yeniden okumasıdır.

Yanlış çeviriyi aşan, daha büyük bir kusurdan mütevellit Türk Suç Kanunu denilmemiş, Türk Ceza Kanunu denmiş. Bu bir sınırdır. Sergi safhasında bu sınırı aşmaya özen gösterdik. İçinde hem suçların hem de cezaların sayıldığı bir kanuna sadece ceza adı vermek adil olmadığı gibi, sanatçıyı bu kanuna tabi kılmak komiktir. Sanatçı bu kanunla uğraşır. Çünkü kanun bir tasarımdır, kelimelerden oluşur ve kelimelerin efendisi olmayanlar tarafından uygulanır. Birbirimizi Hak Edecek Kadar Kötüyüz sadece bir sergi adı değil, Türk Ceza Kanunu’na bir cevaptır. Nasıl?

“Çocukları, beden veya ruh bakımından kendini idare edemeyecek durumda bulunan kimseleri dilencilikte araç olarak kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” (Dilencilik, madde 229) Türk Meclisi yani Türkler dilenciliği sadece kelime olarak taşır kitaplarına. Ama aslında dilendirmeyi suç sayarlar. Okuma yazmaları yoktur meclistekilerin. Sanatçı bunu okur, cevap verir. Perişan bir ruh halindedir her şeyi bilenler. İtirafçı olduklarını fark bile etmezler. Her kanun koyucu aslında devlet denen örgütün itirafçısıdır. Açık açık halkı sadece biz dilendireceğiz demektedirler. Başkası dilendiremez. Çünkü vatandaş denen şeyin dilenci konumundan hiçbir zaman terfi edememesi hırsızların gelirini arttırır. Ve hırsızlık ile kurulmuş, dilencilik ile idare edilen bir ülkede her dilenci, bir gün hırsız olmak ister.

Okumaya devam edelim: Çığ düşürmek kitabın (bundan sonra bu yazıda Türk Ceza Kanunu’ndan kitap olarak bahsedilecektir.) 170. maddesinde suç olarak tanımlanır. Çığ düşürmeyi tasarlayabilmektedir meclistekiler, hiçbiri roman okumamıştır. Oturur ve çığ düşürmeyi suç olarak tanımlarlar. Kimse zarar görmese bile suçtur çığ düşürmek. Çığ düşürmek suçtur fakat madenlerde işçi öldürenler yargılanamaz. Kenti betonla kaplayanları mahkemelere götüremezler. Sanki sadece çığ düşürenler suçludur Türk topraklarında. Ayrıntılı cevabı Birbirimizi Hak Edecek Kadar Kötüyüz sergisinde vermiştik. Unutmuş olabilirsiniz.

Madde 96'da şöyle yazıyor: “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.” Fakat aslında Türklerde bir kişiye bir kişi eziyet etmez. Çoğunlukla pekçok kişi bir kişiye eziyet eder. Olay linç boyutunu aldığında kamusal alandan eziyet edicilere büyük katılım gerçekleşir. Böylece halk güçlünün yanında olduğunu cümle aleme gösterir. Lincin gerçekleştiği günün akşamı ulusal TV kanallarında ve web sayfalarında, toplu eziyet bir kutlama şeklinde yayınlanır. Genellikle akşam vakti, ailecek sofrada bir araya gelen Türk alesi, onlar işte veya okuldayken yaşanmış linç olayını akşam yemeklerini yerken izlerler. Akşam yemeğinde aileye eziyet izlettirmek, devlet pedagojisinin önemli bir özelliğidir. Sergide gösterilmiş olan, Okmeydanı'ndaki duvar yazılarını konu edinmiş kısa film bu konuya da işaret ediyordu. Farketmiş miydiniz? Çünkü ahlaksız toplumlarda referans noktası üst otoritedir. İşte sanat, topyekûn bu iktidarın elini kolunu kesemese bile kesik bırakacak bir konumu işgal etmek zorundadır. Kesik atamayan sanatçının, bakanlıktan alamadığı destek için emziği düşmüş bebekler gibi ağlaması da katmerli eziklik olarak değerlendirilmeli. Tekrar edelim, Deleuze gibi, sol, sol, solsağsol, sanat gücü ele geçirmek içindir, sanat, gücü, ele, geçirmek, içindir, sanat, gücü, ele, geçirmek, içindir. Sergi demeyelim artık ona, meydan savaşı, gövde gösterisi diyelim. Çünkü eziyetçiye ancak gövdeni gösterebilirsin, kalbini değil.

Ölü gömülmesine ayrılan yerlerden başka yerlere ölü gömen veya gömdüren kişi kitaba göre altı ay hapis cezası ile cezalandırılıyor. Okur yazar demokratlar ölüyü kurallarına göre gömmeyince hortlak olarak döneceğini çok iyi biliyorlar. Psikanalitik teori geliştikçe ödipal üçgende biyolojik babanın yeri tartışmaya açılmış, son çeyrek yüzyılda baba denen şeyin aslında devlet iktidarı olduğu anlaşılmıştır. Anne ise vatan toprağı. İstanbul annemizdir. Annemizi bir yandan siyasi iktidara karşı korurken diğer yandan sanatsal babalarımızı bir daha geri dönmesinler diye İstanbul dışına gömmek istedik. Suç işlediğimizi biliyoruz ama suçlu değiliz. Hiçbir zaman bizi cezalandıracak bir kudrete ulaşamayacaklar. Belki çağdaşlarımız bizi cezalandırmaya çalışır babalarını dışarı gömdüğümüz için. Bu ihtimalde ise yargılama makamına onlar geçecek ve bizi deneysellikle suçlayacaklar. Hiçbir zaman sorgulamaya gerek görmedikleri kitaplarının 90. maddesini hatırlatacaklar: İnsan üzerinde bilimsel bir deney yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Haklılar, sanatımızı insan üzerinde yapılan bilimsel bir deneye benzetmekte (!) İlk kez deneyimliyorlar çünkü. Onlarla toplumun dışına gideceğiz ölüyü başka yerlerden çıkarıp geleceklerine gömmek üzere. Vasat daima dayanışma içindedir. Hayatın, sanatın, siyasetin, zanaatın, tüccarın, memurun vasatı yalnız kalınca ölür. Bunlardan lahmacun yapmak lazım lahmacun.

Suçu ve suçluyu övmek, 215. maddede iki yıla yakın hapis cezası ile cezalandırılıyor. Yani TC vatandaşı Ermeni gazeteci Hrant Dink'i öldürenle fotoğraf çektirmek aslında suç. Fakat belki de bu ceza, öldürülen kişi "afedersiniz Ermeni" ise geçersiz sayılıyor. Sanırım öyle. Örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela eğer bir Kürt'ü, Ermeni'yi veya hristiyan bir Türk'ü cezalandıracaksanız çok bir sorun yok. Bir transseksüele kezzap atacaksanız ya da eşcinsel oğlunuzu öldürecekseniz veya evlilik dışı cinsel ilişki yaşamış kızınızı satır ile kesecekseniz sanırım bu 215 nolu ceza maddesi uygulanmıyor. Çünkü üç tarafı denizlerle çevrili turistik ülkemizde egemen istisnayı belirleyen kişidir*. Sanırım burada işler böyle yürüyor. Tevfik Fikret'in şiirinden anladığımız kadarıyla millî sis bu işlerin battaniyesidir. “Millî Sis” sergide özel bir kaligrafiyle yazılmıştı.

Bu özel kaligrafi ile ne anlatılmak istenmişti? Millî sisin görevi neydi, millî sis yüz yıl içinde neler yaptı derseniz gelin bu konuyu bir kaç cümle ile özetleyelim ve bu yazıya bir son verelim: Millî sis, başarısını iki önemli eksiltmeye borçlu. Öncelikle millî sis dinden vicdanı çıkarttı. Böylece din içeriksiz bir taraftarlar kulübü oldu. Böylece iman tehlikesiz oldu. Ardından siyasetten ekonomiyi çıkarttı. Böylece zenginler için seçimlerdeki risk ortadan kalktı. Böylece siyaset zenginler için bir tehdit oluşturamaz oldu. Millî sis modernizmin maneviyat ile ilişki kurmasını engelledi ve maneviyatı siyasallaştırdı. Millî sis bilgiyi suç ile ilişkilendirdi. Millî sis hukuksuzluğu yaygınlaştırdı. Millî sis doğru olanı değil, makbûl olanı yüceltti. Millî sis politik kültüre “sürekli inkar” kavramını yerleştirdi. Millî sis toplumu dokunulmazlar ve dışlanmışlar diye ikiye ayırdı. Dokunulmazlara büyük kazanç sağlarken, dışlanmışları sürekli aşağıladı.

Hoşçakalın.

*“sovereign is he who decides on the exception” –Carl Schmitt